Her gün bir şeyler öğreniyoruz. Yaşamayı, tatmayı, duymayı... Her gün daha başka. Sevginin daha fazlasını. Bir lezzetin değişik versiyonlarını. Kelimeleri. İnsan olmayı. İnsan kalabilmeyi. Varlığı, yokluğu. Bazen durmayı bazen koşmayı... O kişiye susmayı, bu yolun taşlarını kaldırmayı. Öyle de olur demeyi, çok da güzel olur diyebilmeyi. Bazen yetmeyi, fazlaca yetinmeyi. Öğreniyoruz...

Güneş doğdukça, gece oldukça öğrenmelerin sonu gelmiyor. Bazen bağıra çağıra parçalaya boza. Bazen sessiz sakin, hevesli, becerikli. Bu döngü hiç bitmiyor. Öğrendikçe öğretiyoruz. Öğrendikçe var oluyoruz. Bizi bize katan, bizi başkalarına karıştıran şey öğrenme ve öğretme arzusu. Birbirimize karıştıkça yenileniyoruz. Bambaşka iki rengin karışması gibi. Renkler karışır, dönüşür ve çoğalır. İnsan öğrendikçe dönüşür ve dönüştüğü yerden çoğalır. Bizden ne bulaşacaksa o hâlden bulaşır başkalarına.

Hep bir yeni hâlimizi arar oluruz. Araya araya bulduğumuz yine kendimiziz. Yansıttığımız ve bize yansıyan. Başka iki şeyin birbirine karışmasına izin verdiğimizde başlıyor her şey. Ortaya çıkan her neyse kuru bir yaprak gibi uçuşuyor etrafta. Rüzgâr çıktığında o yaprak kimlere değip geçiyor, nerelere çarpıyor. Dışarıya yansıyan hâllerimiz de böyle. Kime dokunuyor, kimler de iz bırakıyor. Yansıyan da biziz yansıtan da.

Hâlden hâle bir yol vardır. Mutlaka vardır. Yaşarken öğreniyoruz o yol nasıl geçilir, kimlerle yürünür.