İnsan kendini en öne koyabilmeli hayatın içinde. Bazen herkesten, her şeyden öne geçebilmeliyiz. Çünkü yeni hayatların düzeni bunu istiyor. Kendini sakınmayı, ara sıra sadece kapının arkasından bakmayı, bazen duyduğun şeyi duymamış olmayı, gördüğün şeyi görmemiş olmayı öğretiyor. Her duyduğumuz ve her gördüğümüz şeyle yaşamaya çalışmak daha da zorlaşıyor. Bir basamak dahi çıkacak hâlimiz yokmuş gibi hissettiriyor.

Bizi yoran, düşüren basamaklar yaşamın günleri, ayları, yılları, saatleri, dakikalarıysa, her birinde gördüklerimiz ve gönlümüzde yer edinen şeyler varsa zor olsa da değiyor basamakları çıkmaya. Sonunda yaşamak var, bu hayatı ben yaşadım diyebilmek var.

İşte bu basamakları onca kalabalıkla çıkmaya çalışırken bizi merdivenlerden aşağıyuvarlamak isteyenler de oluyor. Bazen çok yakında, bazen uzaklarda, sözleri bize değebilen birileri. Biz düşüyoruz, onlar yukarı çıktıklarını sanıyorlar. Sansınlar... Onlar basamakların başında, biz en aşağıda. Öne geçmek dedim ya, hızlı hızlı adımlamaktan bahsetmiyorum elbette. Öne geçmek bazen de “ Siz çıkın, ben yeniden başlıyorum, tek başıma diyebilmektir.” Basamakların başındasın ve teksin. Müdahale yok, sana değmeye çalışan sözler yok. Kendi sınırlarında adım atmaya çalışıyorsun. Başkalarının ışıkları değil kendi ışığın yolunu aydınlatıyor. Fener bir gün bozulsa da kendinlesin. Dünya sensin, dünya senin.