Sabahın soğuk ayazı her tarafı donduruyor, ama sıcacık gönüllere pek hayretmiyor’du.
Salih’in bir dostu… gönül ziyaretinde bulunarak:
-Salih haydi hazırlan seni dostlarımızla buluştuğumuz bir yere gezmeye götüreyim” dedi.
Salih’de bu dostluk gezisinden hoşnut olacak ki derhal kendine göre hazırlıklarını tamamlayarak.
- Terziye göç demişlerde oda “iğnem başımda” diye cevap vermiş” diyerek. 
Birlikte dostları… ile buluşacakları yere gelerek yeni dostlar edindiler.
Pasta, börek, çay sohbetti derken. 
Bir ara Salih’in gözleri karşı masalar ardında Allah’ın nuru… emrini üzerinde taşıdığı tesettürlü bir bayana takıldı. 
Güzel bayan… elinde bir kitap. 
Okuduğu o kitabın içindeki konulara kendini o kadar çok kaptırmıştı ki sanki bu dünyada değil de başka bir alemde yaşıyordu.
Bir ara gözlerinden akan yaşları elleriyle incitmeden sildi ve bir boncuk dizer gibi yan, yana akan yaşları dizdi.
Bir diğer taraftan da Salih’in baktığını görerek etrafına sevgi ve coşku gülücükleri saçıyordu.
Salih… tutukluluk yapan bir silah gibi kendi içinde dondu kaldı.
Bir taraftan da içinden gelen seslere… kulak vererek sessiz sedasız kendini dinliyor:
-Benim engelliliğime… acıyarak güldü. 
Yok, yok beni bir adam… yerine koydu herhalde. Hayır, hayır beni çok beğendi. 
Hadi be sen kimsin. 
O çiçeği burnunda bir gül. 
Birde sana bak gülleri dökülmüş ve dalları kurumuş bir tiken.
Peki o gül ben tiken.  
Ya o gülen güller ne idi. 
Eee oda sevgilinin sevgisi olmalı” dedi.
Ve duygularına kilit vurdu. 
Salih… bir anda kendi içinde kapanıp kaldı masalar üzerinde çeşit, çeşit hazırlanan pastalar börekler onu hiç mi hiç ilgilendirmiyordu.
Çünkü… Salih’in boğazını düğümleyen ve elini kolunu bağlayıp tutsaklığına birde sevda… mahkumluğu eklenmişti.  
Kendi içinde güzel duygularla çarpma, toplama hatta, bölmeler yaparken.
O güzel bayan… bir anda başucunda belirerek yanına iyice yaklaşıp nazik ve zarif bir şekilde mırıldanarak:
-Merhaba nasılsınız” dedi.
Salih… konuşmakta zorlansa da:
-Şeey merhaba” diye bildi.
Ve bir kuş kanatlarından tutunarak beyaz bulutlar arasında mavi gök yüzüne doğru uzaklara çook uzaklara süzüldü gitti. 
Kendine geldiğinde etrafında oraya getiren arkadaşından başka kimseler kalmamıştı. 
Salih’in… arkadaşı:
-Ne oldu sana böyle bir an kendini kaybettin bizleri çok korkuttun. 
Bir bayan… seninle çok yakın ilgilendi çok şükür kendine çabuk geldin” dedi. 
Ve arkadaşı konuşmalarına devam etti:
-Seninle ilgilenen O bayan… var ya senin telefonunu istedi bende verdim, ismi de şeey iımm hah hatırladım. Ay, sen imiş” dedi ve ekledi:
-Kardeşim hadi Ayşe ismini anladım da bu Ay, sen ne oluyor anlamı nedir bir türlü aklım ermiyor dedi.   
Salih… yorgun ve cesaretsiz bir sesle:
-Boş ver uzun hikaye… telefon numaramı verdiğine iyi etmişsin” diye mırıldandı.

                                     ***

Niye bir haber etmezsin. Yoksa sende mi küstün?.
Derdimi anlatmayı beceremedim. Suçlu benim.
Halbuki nede güzel hayaller kurmuştum...
Bahar olup yazın esecektik. Ay sen, ışığında.
Seher yeli sert eser saçlarını dağıtır. Suçlu benim.

Sarılacak dal aradım. Yalnızlığıma sen çıktın.
Al gülünü sende git yeşersin bayırlar;
Kurumuş dalları, susamış pınarı yeter dedim...
Mavi göğü yarıp. Yıldızlar saydı. Ay sen, gül. 
Acı poyraz kurutur zayi olursun. Suçlu benim.

Lale gider menekşe morarır. Yanan gülün külü kor alır.
Sen haklısın. Kazanım ağır, suyu kaynardır.
Yakar kavurur harı, narı. Birde koru, demi...
Külü biraz deşelim. Yüreklerin feri, nuru, Ay sen. 
Geceler zifiri karanlık hay... ışığında. 
Yalnız Suçlu benim.

Selam ve dua’larımla.