Burada yani gönül kahve hanemizde… Yeri geliyor hüzünleniyor  yeri geliyor tebessümle karışık kahkahalar  atabiliyoruz.
Önemli olan ağlamak, gülmek yada küsmek değil. Okuduğumuz yazıların…  Cümlelerinde ve satır aralarındaki saklı olan  mesajları… 
Dikkat çekip yaşam hazinemizin… Uygulamalarda ne kadarı yer alıyor.
En önemli mesajı… Burada ben sizlere hemen aktarayım, bu kıyağımı da sakın unutmayın olur mu?.
Hani şu üç günlük dünya deriz ya. 
Doğum… Yaşam… Ve ölüm. 
Bahsettiğimiz bu üç cümle… İçerisindeki.
Yaşam’a çok dikkat etmek, çünkü… 
Doğum bir şekil de gerçekleşiyor ölümde Hak’tır oda nerde ve nasıl başınıza geliverir engelleyemiyorsunuz aniden başınıza geliveriyor.
Benim burada sizlere esas anlatmak  istediğim şey 
Yaşam, tarzınız!…
İşte bu çok önemli hayat uzun görünse de sevgili dostla gerçekten çok kısa.
Bu yüzden İyiliğe, Dürüstlüğe yeter olur mu? Madem bu dünya boş, bir imtihan ve oyalanma yeri Sevgiyle güzellikleri yaşamak var iken.
O zaman niye bu kin?.. Niye bu nefret?…  Ve tahamülsüzlük.
Hemen anlatayım.
“Şuursuz’lu İnançsızlık!...”
Evet evet, gerçek manasıyla İnanan…  insan kötüyü de… Görür güzeli de. 
Kötüye şöyle bir bakar, ders alır.  Güzelinde… Peşine takılıp taaa Menzilin’e…  kadar gider.
Bakın Rabbimiz İnanmayanlara bir şey demiyor çünkü onlar kendine göre bir yol!...  Tutturmuş gidiyorlar. İnananlara da Kuran’ı Keriminde ne buyuruyor:
(İnsanlar “İnandık!” demeleriyle bırakılıp da imtihan edilmeyeceklerini mi  sandılar?
Ankebut Süresi, ayet 2) 
Bir keserle… Ağacı yontun. Ağzı eğik  olduğu için kesilen odun parçalarını önüne düşürür. 
“Hep bana, hep bana,” der. 
Ama balta öylemi?... Onun ağzı doğru olduğu içinde bir odunu keserken  ikiye ayırır. 
“Biri bu dünya ya biri ahiret’e.” 
Yani, “bir sana bir bana.” 
İşte İnanan… İnsan, balta gibi olur.
Fazla uzatmayacağım. Bir hadisi şerifle bu konumuzu burada bağlayalım.
Nasıl inanırsanız öyle yaşarsınız.
Nasıl, yaşarsanız öyle ölürsünüz.
Ve nasıl ölürseniz öyle de diriltirsiniz.
Zannederim yeterince açık ve anlaşılır olmuştur.
(…)
Efendim… Anlayamadım. Zaten bunları biliyor muydunuz?...
Çok güzel, harika. 
Bizim Köyde çoban Mahmut… Vardı. 
Her sene koyun sürülerini güttüğü ağasına giderek:
-Ağam her sene olduğu gibi, bu senede koyunlarını yine bana güttürecekmisin?... 
Hani ben söyleyeyim de benden vebal kalksın, gerisi size kalmış diyordu!.
Bu çobanın ağasına… Söylediği gibi bende size ağalarıma… Beylerime anlatmak istedim.
Benden vebal kalksın!...
Haydi bu güzel muhabbetten sonra.
Gönül bağımızın “Can suyuyla” yudumlanalım.
Uykularımı bölen geceler. Yapmayın etmeyin ayırmayın beni Sen’den… Bana siz değil. Sen… Lazımsın. 
Sinem kor olmuş yanar Nur’uma ten… Değdi.
Tut elimi yak dedim, zemheri ayazında yaktı kor etti. 
Yanmayınca da, Ona…  Gidilmiyor ki.
Ver sendeki Sen’i al bendeki beni  dedim.
 “Olmaz… Yolun sonu göründü geçti artık bizden” dedi. Önünü isteyene ver bana yolun sonu.
unus’un Sen’i Mevlana’nın gel’i lazım, güldü güller açtı dağ taş çiçek doldu “bilmem” dedi.
Eyy canımı yakan hasret… Kokun  burnumu sızlattı Nur’u ten’le narı kor etti .
Hadi gene yak kor ataş et, ama ne olur kül etme. Yorgun gönlünle süsle  vurgun yüreğinle yeniden titre. Heyecanla koş gel tut elimden, süzülerek  uçup kuş olalım.
Kınalı Keklik olalım avcının avı.
Sevgiyle zıplayan Ceylan olalım, yeter ki gel dedim.
“Geçti bizden geç kaldık” deme.
Bende sızlanıp duran ey.. Deli gönül  içimdeki O Sen’i…  Vermem kimselere yakıp kavursan da, erim erim eritsende.  Gözüme hoş görünüp gül çiçek dağları bağları süsleyen tende olsan. 
Almayın O’nu… Yetişirseniz hadi sizde gelin. 
Yol olalım gelsinler Köprü olalım geçsinler su olalım içsinler.
Hani Nur’un vardı ya ten’le olsun. 
Sevgin Sevdan, yanıp sönen küllerinin güllerle açan Hak… Ola. 
Yolun sonu muradın, Rabbimde yarin  bağındaki kara üzüm’ün ak gönlün hoş ola.          
 Selam ve dua’larımla.