“Sanma ki derdim güneşten ötürü;

Ne çıkar bahar geldiyse?

Bademler çiçek açtıysa?

Ucunda ölüm yok ya.

Hoş, olsa da korkacak mıyım zaten

Güneşle gelecek ölümden

Ben ki her nisan bir yaş daha genç,

Her bahar biraz daha aşığım;

Korkar mıyım?

Ah, dostum, derdim başka...”

Orhan Veli Kanık

Penceremde erik ağacının bembeyaz çiçeklerle süslenmiş gelin gibi bahar dalları büyük bir neşe ve umutla yeni günü müjdeliyorken ben nasıl olur da söze onlardan bahsetmeden başlayabilirim?

Nasıl olur da güneşi kıskandıracak sapsarı rengiyle ve bütün zarafetiyle ılık esintide salınan nergis çiçekleri karşımda dururken onlardan size söz etmeden geçebilirim? Onlar ki büyüleyici etkideki mitolojik aşk hikayelerine bile konu olmuştur.

Peki ya insanların bin bir türlü kabalığına maruz kalmış, sırf meyve vermiyor diye adı faydasıza çıkmış, dalları defalarca kırılmasına rağmen bütün heybetiyle yaşama tutunan ve bana her göz göze gelişimizde bilgece gülümseyerek “Her şeye rağmen hayat güzel, dik dur!” diye seslenen, beni motive etmekten asla vazgeçmeyen o canım çam ağacından söz etmeden olur mu hiç?

Olmaz. Başkasını bilmem ama benim için olmaz. Ben doğanın güzelliklerine, yaşamın lütuflarına gözümü yumup, dertle kederle koca bir ömrü çürütecek kadar baharsız olmayı tercih etmiyorum. Siz de etmeyin.

Hayatın içinde küçüklü büyüklü zorluklar, sorunlar, kayıplar, çaresizlikler olduğunu görmezden geliyor değilim. Herkesin derdinin kendine büyük olduğunu da bilirim. Hiçbir hüznü küçümsememeyi öğrenecek kadar da yolum geçmiştir acılardan.

Fakat sabah ezanıyla uyanıp, yattığım yataktan, içtiğim suya kadar şükürler ettikten sonra güneşin doğuşunu izlemek için hevesle kalkıp, içimi sabah serinliğinin ferah nefesiyle doldurup, göğün siyahtan turuncuya, turuncudan maviye dönen muhteşem gösterisini izleyip, yeni günü, tatlı güneşi selamlamayı da bilirim.

İçimde biriken derdi, kederi suya, toprağa fısıldayıp yüklerimi doğa sayesinde hafifletmeyi de bilirim. Mahallede karşılaştığım bir sokak kedisine yanaşıp, izin verirse yumuşacık tüylerini okşayıp, onunla hâl hatır muhabbeti etmeyi de bilirim. İtiraf etmeliyim ki bu kedi dostlarımla konu komşuyu, eşi dostu çekiştirmeyi de ihmal etmeyiz. Her yere girip çıktıkları için mahalleliyi iyi tanıyan bu huysuz ama tatlı kedilerle dedikodu yapmak da bir başkadır, benden söylemesi.

Lafın kısası; o geniş gönlümüzü hoşgörüyle açabilirsek, kalp gözümüzle etrafımıza dikkatli bakmayı başarabilirsek dertten, kederden çok güzellikler sunan bir hayatla çevrili olduğumuzu da görebiliriz.

Her zehrin bir panzehri, her derdin bir devası vardır elbet; görebilene…

“Bütün çiçekleri koparabilirsiniz ama baharın gelişini engelleyemezsiniz” diyor Pablo Neruda. Biz çiçekleri koparanlardan değil, onları ekip büyütenlerden, baharı destekleyenlerden, umudu yeşertenlerden olalım. Hiçbir şey yapamıyorsak en azından geçtiğimiz yerleri, gönülleri gülüşümüzle, tatlı enerjimizle çiçeklendirelim.

Ha bir de yeri gelmişken unutmadan söylemeliyim. Başkasının size çiçek getirmesini beklemek yerine kendi evinizi, bahçenizi, ruhunuzu kendiniz çiçeklendirin. Hayat öylece durup başkası bizim için bir şeyler yapsın diye beklemek için çok kısa. Bu bekleme meselesi de başka bir yazının konusu olsun. Bu haftalık benden bu kadar, haftaya görüşmek üzere…