Çalıya sığınan kuşun yuvasına dokunmayın.
Kırık gönüllerin, gamı kederine.
Sabır, şükür Ahu gerek.
Gariplerin mazlumların dumanına takılmayın.
Mevlana’nın narı, kelamına.
Birde Yunus’un Seni!...
Mazlumun sofrasına.
Rahmet, bereket, Ya’hu… gerek.
Sabah yakındı... Gökteki yıldızlar birliklerine… çekilmiş. Çoban yıldızı… ise tekmil veren bir asker gibi duruyordu. Köydeki horozlar da boş durmuyor, askeri birlikteki düdük çalarak nöbet tutan askerler gibi birbirlerine çıkardıkları sesleriyle köyde yankılanıyordu:
-Haydi kalkın işinizin başına!... diyorlardı.
Caminin imamı da minareye çıkıp ellerini kulağına koyarak, yanık sesiyle yürekleri dağlarcasına:
- Allahu Ekber, Allahu Ekber... diyerek ezan’a başladı.
-Haydin Namaza... Namaz uykudan hayırlıdır... diyerek herkesi namaza davet edip, görevlerini yapıyorlardı.
Köyün içindeki ağaçlardan gelen kuş cıvıltıları, kulakları okşayarak birbirleriyle yarışıyor.
Üzerine kırağı düşmüş otların altından banyo yaparak çıkan yeşil çimenler.
Aralarında sakladıkları rengarenk çiçekleri ile güzellik yarışmasına hazırlanıyorlarmışçasına, görenleri güzellikleriyle kıskandırıyorlardı.
Ayduvan, köy meydanında topladığı büyük baş hayvan yani sığırları Pisikkayası’na doğru sürerek götürüyor;
Ekin bekçisi Deli İpek te mal yayan uşakları… toplamış, Camızları nerede güdeceklerse oranın rotasını veriyordu.
Güneş, Dedik Yolu’ndan süzülerek bir meses boyu yükseldi ve yeryüzüne sevgi dolu sıcaklığıyla da gülücükler saçıyordu,
Huri Nene:
-Kuşluk namazımı kılayım, dedi.
Karga Köyü’nde güller, kendini yenileyerek açıyor ve renk cümbüşü oluşturmaya devam ediyorlardı.
Köylüler:
-Yaz ayları, rençberin hasat ayıdır, diyerek.
Herkes, hızını kesmeden;
-Yel eserken harmanımızı savuralım, diyorlardı.
Hacı Ömer, öküzlerini düvene koşmuş daire çizerek ekinleri düvenlerken.
Kel Gozel, yanına yaklaşarak, yorgun ses tonuyla;
-Düven, ekin saplarının dışına çıkıyor, düvenin dişleri kırılır, dedi.
Hacı Ömer:
-Do vah... diyerek öküzleri durdurdu ve işemekte… olan öküzlerin altına teneke lazımlığı tutarak;
-Ekine işemesin, dedi.
Süzülerek yanına gelen Kel Gozel’e sıcaktan bunalmış bir ses tonuyla:
-Düvende kırılmadık diş mi kaldı? diyerek cevap verdi.
Kel Gozel, konuyu değiştirerek:
-Adil Usta… ameliyat olmuş, durumu hiç iyi değil, yazık oldu, diyordu.
Hacı Ömer:
-Gittim, gördüm çok üzüldüm. Adil, eşi bulunmaz bir insan;
Eli bol, gönlü bol, cömert biri... dedi ve ekledi:
-Geçenlerde, hanımı bağa göndermiş, üzüm getirsin diye.
O da, topladığı üzümleri yolda gördüğü çoluk-çocuğa dağıtmış.
Kel Gozel:
-Pekiii, hanımına ne demiş?:
-Birilerini sevindirmek ve yardım etmek o kadar hoşuma gidiyor ki... diyerek.
Adil Usta’ya övgülerini sürdürüyordu.
Kel Gozel:
-Eee... Ne verirsen elinle, o da gider seninle... diyerek, dişleri kırık düvenle Hacı Ömer’i başbaşa bırakıp, oradan ayrıldı.
Karga köyünde harman yelleri esiyor ve düvenlenen ekinler, yabayla da savrularak taneyle samanı birbirinden ayrılıyordu.
Irgat oldum sıcağında kavruldum.
Rüzgar esti destesiyle devrildim.
Saman oldum yabasıyla savruldum.
Irgatlık güzeldi benim köyümde.
Selam ve dua’larla.