Gece  yarısıydı  duygusu  olmadığı  ve kessen  acısını  hissetmediği  ayakları…  gene  sızlayarak  Salih’i  yorgun   tatlı  uykusundan  uyandırdı.
Yorganın  arasından  kafasını  hafifçe  dışarıya  çıkartarak  yarı  karanlık  odanın  içini  şöyle  bir  süzdü. 
Annesi  her zamanki  gibi  yorganı  kafasına  çekmiş  sessiz  sedasız  uyuyor. 
Sokak  lambalarından  gelen  ışıklar  odaya  değişik  ışıklar  saçarak  pencere  demirleriyle  değişik  motifler    oluşturuyordu. 
Bir  diğer  taraftan da  kulakları  sağır  eden  sessizlik  her  zamanki  gibi  arada  bir  dışarıdan  ve  içeriden  gelen  çekirge…  sesleriyle  bozuluyordu  çekirgelerin  nameli  çıkan  seslerinden  etkilenerek:
-Onlar  tatlı  uykularını  bölerek  sahibine…  yakarışta  bulunuyorlar” diye  vücudundaki  değişik  yerlerinden  gelen  acı  ve  sızılarına  mırıldanarak:
-Ey  acılarım…  ne  iyi  ettiniz de  beni  gaflet  uykusundan  uyandırdınız.  Sızıları  verene  kurban  dertlere  derman  olana  kurban” diyerek. 
Kendi  başına  kalkamadığı  yatağında    dua  bahçesindeki  güllerini  suluyordu.
Sabah  yakındı  çekirgelerle  yarış  ederek:
-Kim  daha  çok  gül…  topladı  hadi  sayalım” diye  sabah  namazını  kıldı  annesini  yanına  çağırarak:
-Anne  şu  sol  ayağımın  çorabını  çıkara  bilir misin  çok  sızı  geliyor” dedi , annesi   çorabı  çıkararak:
-Aman  Allah’ım” diye  endişe  ışıkları  saçtı.
Salih:
-Ne  oldu  anne” diyerek  yatağından  başını  kaldırarak  doğrulmaya  çalıştı  ,annesi:
-Oğlum  senin  bu  baş  parmağın  nereye  takıldıysa  koca  tırnak    yerinden  çıkmış  her taraf  kan  içinde  kalmış”  diyerek. 
Birlikte  evde  bulunan  ilaçlarla  temizleyerek  sarıp  sarmaladılar: 
-Şifası da  Allah  dan”  diyerek  en  güzeline  yani  emanetçisine  havale  ettiler.
 
Gün  ışığıyla  birlikte  ellerini  ve  yüzünü  bir  güzel  yıkadı  hoş  kokular  sürünerek  evinin  perdesini  aralayarak  pencereyi  açtı  karşısında  duran  çiçeğine  gülümseyerek:
-Merhaba  çiçeğim  bugün  nasılsın  bak  senin  için  saçlarımı  taradım  güzel  kokular  sürdüm  gerçi  senin  kokunu  tutmaz ya  olsun  seni  Rabbim  hediye  eyledi  bu yüzden seni  seviyorum  ,seni  veren  adına”  diyerek. 
Karşılıklı  kısa  görüşmeden  sonra  çalışma  masasına  geçti.
Güççük…  bacı  olduğu  yerde  zıplayıp  duruyordu  bir  taraftan da  Salih’e  seslenerek:
-Hani  bizleri  köyüne  gezmeye  götürüp  sılayı  rahim  yapacaktık” diye  tedirginliğinden  duramıyordu.
Güççük…  bacının  bir  kuş  gibi  köy  diye  çırpınışlarına  Salih:
-Sakin ol  kısmet  olursa  elbette  köye  gideceğiz.  Köyümü  baba  dostlarını…  ziyaret  etmeyi  hayır  dualarını  almayı  ben  istemiyor muyum  sanıyorsun”  diye. 
Bir  anda  kaşlarını  çatarak  uzaklara  çook  uzaklara  giderek   kendi  içinde  daldı  gitti  ve  gözyaşları  bir  sel  gibi  akarak  köydeki  bağları  bahçeleri  sulayıp  pınarlarından  patır, patır  akan  sulara  karıştı.  
Güççük…  bacıya  masum hane  ses  vererek  ve  derin  bir  şekilde  için  çekti   tekleme  sözleriyle:
-Köyler…  size  anlattığım  şimdi  o  eski  köyler mi  sanıyorsunuz?  küçük  bir  çocuğun  anasıyla  çektiği  o  acı  günler mi  kaldı? 
Akşamları  övütvari  hikayeleriyle  Huri  nene  sabrıyla  ve  gıcık  sesiyle  türkü  söylemeyi  beceremeyen  Has, has  sarı  sevgisiyle  gülleri  ve  kuşları  kıskandıran  Gül  bahar.  Hiç  birinden  bir  eser  bile  kalmadı.  
Söyle  Güççük…  bacı  hangisini  sayayım  oraya  varınca  dağlar , taşlar , kurtları , kuşları  bana  hep  şikayette  bulunuyorlar: 
-Sizler  gittiniz  buraların  ne  tadı  kaldı  ne  tuzu. 
Biliyor musun  Güççük…  bacı  köyümün  çiçekleri  gülleri  ve  çiğdemleri: 
-Bizleri  artık  sizler  kadar  sevmiyorlar  bizleri  sizler  gibi  incitmeden  toplayıp  mahalle , mahalle , sokak, sokak  gezdiren  çocuklar  sanki  yok  ,kendi  halimizle  yeşerip  sevgisiz  soluyoruz” diye. 
Dertleniyorlar  diyerek. 
Güççük…  bacının  hevesini  kursağında  bırakıyordu.
Güççük…  bacı  bir  anda  son  kozlarını  kullanarak:
-Olsun  biz  yeter ki  gidelim  oraya  varınca  en  yüksek  tepelere  çıkarız  avazımızın  çıktığı  kadar  çağırarak. 
-Sizleri…  çok  seviyoruz  tekrar  sizi  seve  bilir miyiz”  diye  kurtlara , kuşlara , taşa  toprağa  sevgisiz  solan  çiğdemlere  her  şeye  sevgimizi  sevdiğimizi  gösteririz” diyordu.
Salih…  hafif  tebessüm  gülleri  saçarak:
-Kısmet olursa   neden  olmasın”  diyerek  Güççük…  bacıya  güven  veriyordu.
 
Boyuma göre buldum...
Huyuma göre bulamadım. Sizi sevebilir miyim?.
Ana gibi,yar gibi kokanlar.
Sevgiyle açıp, solanlar. Sizi seve bilir miyim?.
 
Canı pahasına yavrularına yem taşıyan kuşlar.
Sizin yariniz var mı? Menekşeler,laleler.
Bana yaren yar olmuyor...
Leylasız kalan. Ayşeler. Sizi seve bilir miyim?.
 
Dilimin ucundakini söylemeden ölecek miyim?.
Sakın sen ölme. O sevdanla yaşamalısın.
Görmeyen gözler sizce kör müdür?!...
Bakmadan görüyorum. Sizi seve bilir miyim?.
 
Gariplerin sevdasını sen bilir misin?.
Kar üzerindeki kor ataşı biraz  deşer misin?...
Sessiz yanan yüreklerin;
Güllerini derdim... Sizi seve bilir miyim?.
                     Selam  ve  duayla.