II. Dünya Savaşı’nda sonra oluşan iki kutuplu dünyada ABD’nin Batı dünyasında en güçlü devlet olarak ortaya çıkması ve İngiltere’nin Orta Doğu’dan çıkmasıyla bölgede oluşan boşluğu doldurması, ABD’nin Müslüman dünyayla ciddi olarak ilk temaslarını kurmasına sebep oldu. II. Dünya Savaşı’ndan sonra oluşan iki kutuplu dünyada “ kominizmi” savunan Sovyetler Birliği ile “ materyalist” düşüncenin öncüsü olduğu düşünülen ABD arasında “Soğuk Savaş” dönemi başladı.
Soğuk Savaş döneminin başlamasıyla birlikte ABD ve Sovyetler Birliği arasında küresel ve bölgesel baz da bir yarış-savaş başladı. Sovyetler Birliği İslam coğrafyasında nüfuzunu artırmak için anti-Amerikancı (Batıcı) bağımsızlıkçı olan yerel milliyetçi gruplara destek verirken, ABD ise buna karşılık Sovyetler Birliği’ni etkisiz kılmak ve kendi nüfuzunu artırmak için İslamcı gruplara desteği kendi dış politik çıkarlarına uygun buldu.
Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgal etmesi ile ABD, Sovyetler Birliği’ni “çevrelemek” ve “güneye inmesini engellemek” için “Yeşil Kuşak Projesi”ni devreye soktu. ABD, Afganistan Savaşı sırasında mücahitleri o kadar kutsadı ki; Başkan Reagan mücahitlerin liderlerinden bazılarını Beyaz Saray’da ağırladı ve onları dünya basınına tanıtırken “Bu savaşçılar ABD’nin kurucu babalarıyla aynı ahlak ve anlayışa sahipler” ifadesini kullandı. Bu övmeler stratejik idi. Çünkü Soğuk Savaş döneminin “kutsal Savaşçıları” özellikle 11 Eylül 2001 olaylarından sonra ABD için dünyayı tehdit eden “radikal dinci teröristler” olarak adlandırıldılar.
11 Eylül saldırıları, ABD’nin Orta Doğu ve İslam politikası için de yeni bir dönem başlattı.    Saldırıları gerçekleştirdiği iddia edilen eylemcilerin kimlikleri ABD’nin dikkatini bu bölgeye çekti. Bu bölgedeki statükonun, sosyal ve iktisadi koşulların yol açtığı İslami aşırılığın ABD’ye de zarar verebilen uluslararası tehditlerin kaynağı olduğunu düşünen Bush yönetimi, uluslararası terörizmi desteklediğine inanılan ülkelerdeki rejimleri değiştirme niyetini ortaya koydu.
28-29 Haziran 2004’te İstanbul’da yapılan son NATO toplantısının en önemli konusu BOP’ tu. Toplantıda proje ile ilgili somutlaştırıcı adımlar atıldı. Örneğin; NATO bünyesindeki “İstihbarat Teşkilatı”nın işlevi artırıldı, Irak güvenlik birimlerine verilecek eğitim NATO bayrağı altına alınarak işgal meşrulaştırıldı, ayrıca Afganistan’daki asker sayısı artırıldı. Bush zirvede diğer üye ülkelere şunları söyledi: “NATO’nun görevi sadece bir güvenlik örgütü olmakla sınırlanamaz. NATO demokrasi, insan hakları gibi evrensel değerlere de öncülük yapmalıdır.
Bugüne kadar Afganistan ve Irak’ta bunu yaptı da. George W. Bush idaresindeki Amerikan yönetimi sadece askeri gücünü kullanmıyordu; aynı zamanda Amerika’nın “yumuşak gücüne başvuruyordu. Bu yöndeki esas aracı da ABD’nin “Ortadoğu‟da demokrasinin ve insan haklarının gelişimini, iktisadi kalkınmayı vb. destekleme” iddiasıyla oluşturduğu “Ortadoğu Ortaklık İnisiyatifi”dir. ABD bu yöndeki politikasını 2003 yılının sonlarında ortaya attığı “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” üzerine yoğunlaşarak sürdürdü.
Her ne kadar ABD yöneticileri, resmi söylemlerinde demokrasi ve insan hakları gibi evrensel(!) kavramları gündeme getirseler de Büyük Ortadoğu Projesi’nin kökeninde; Amerikan dış politikasının stratejisi olan petrol ve enerji kaynaklarını kontrol altına almak var. Bu ülkelerin liberal ekonomiye (serbest piyasa) geçmeleri ile kendi pazar payını artırmak istiyorlar. Bölge ülkelerinin demokrasiye geçmelerini, bu vesile ile her yıl 2 milyar dolar yardımda bulunulan İsrail’in güvenliğini sağlamak, Irak savaşı sonrası dünya kamuoyunda yükselen Anti-Amerikancı söylemleri demokrasi söylemiyle bertaraf etmek niyetindeydiler.(Devamı var)