Bahar ayları olmasına rağmen kıştan kalan kar yığınları yüksek tepelerde kendini gösteriyordu.
Salih…tüm istek ve yalvarışlara rağmen;
-Gitmem gerek... diyordu.
Büyük şehre, Ankara’ya tayinini aldırdı.
-Kırık kanatlı kuşlara… koltuk değneği olacağım, yürüyemeyenin ayaklarına tekerlekli sandalye, konuşamayanın ağızlarında dil, Görmeyen gözlere ela, gök mavisi ve boncuk gözler olacağım, diyordu.
Aradan aylar geçti.  Salih… Öğretmen ne yapacağına bir türlü karar veremeyerek kendini iyice dağıttı. 
Sokak sokak geziyordu. 
Saç, sakal bir birine karışmış, bir divane olmuştu. 
Hep arıyor, arıyordu.  Aramasına rağmen ne aradığını da bir türlü bilmiyordu.
Annesi ve babası onun bu perişan haline çok üzülüyorlardı.
Öğretmenin babası, Salih Öğretmeni karşısına alarak;
-Oğlum bu güne kadar sana hiç baskı uygulamadım, bundan sonra da böyle bir niyetim yok. 
İstesem de yapamam çünkü sen okumuş, kocaman bir adam oldun. 
Bu millet senden ve senin gibilerden  çok faydalı işler bekliyor, dedi ve ekledi: 
-Ama sen bu halinle… ne kadar faydalı olabilirsin, bir düşün.
Hani sen demez miydin; 
“Baba yararlı işler yaparak.
Kimsesizin kimsesi olacağım...”  Haydi, kalk silkin ve kendine gel, bak dışarıda hava çok güzel.
Bak, gökyüzünde süzülen güneş sıcaklığını, sevgisini cömertçe her yere dağıtıyor, dedi.
Öğretmen… öne eğik başını hafifçe kaldırarak ve sessiz sedasız bir şekilde gözlerinden süzülerek sakal ve bıyıklarını  ıslatan gözyaşlarını elleriyle gizler bir şekilde sildi ve içinde yanan kor ateşine biraz kül serpip;
-Baba!. dedi ve duraklamadan konuşmasına devam etti:
-Ben engelli… insanlara bir şekilde yardımcı olmak istiyorum ama ne yapacağıma karar veremiyorum, dedi.
Babası, Öğretmen Salih’e tebessümle gülücükler atarak:
-Üzüldüğün şeye bak, yeter ki sen iste, dedi.
Salih’in yaşlı gözlerinden bir anda rengarenk gökkuşağı oluştu.
-Ne yapalım? dedi.
Öğretmenin babası:
-Engelli insanları Rehabilite eden özel bir vakıf var. Oranın müdürü arkadaşım, seninle onu tanıştırayım.
Orada gönüllü olarak çalışır ve faydasını, zararını da sen hesap edersin, dedi.
Salih Öğretmen, kıvılcım ateşiyle patlayan bir yanar dağ gibi oturduğu yerden kalktı.
Saç ve sakal tıraşı oldu. Bir de banyoyaparak boy abdesti aldı.
Annesinin hazırlamış olduğu yemekle karnını doyurdu ve aç kalan ruhunu da vakit namazlarıyla süsleyerek doyurup;
- İki ayağım var; biri bu dünyanın, diğeri  de ahiretin dedi.
Selam ve dua’larımla.